Dünyaca ünlü yazar Tolstoy’un yaşlılığında değişen düşüncelerinde, az görülen bir sendromun izleri görülebilir.
İnsan bazen yaşamındaki her
şeyden kaçmak ister. Buna en yakınları da dahildir. Bu kaçış
bazen bir bilgisayar oyunuyla başka âlemlere dalmak gibi kısa
süreli olur bazense hiçbir şekilde anlam verilemeyecek şekilde
çok uzaklara doğru geri dönüşsüz bir gidiştir.
Moskova’dan yaklaşık beş saat
uzaklıktaki Lev Tolstoy kasabası ilk anda ismi ile merak
uyandırıyor. Yörenin gençlerine ismin kaynağı sorduğumda
“Tolstoy burda ölmüş herhalde”
demişlerdi. Ancak bu gözlerden ırak küçük kasabadaki trajik
ölümüne giden süreç onun da hayatında bir şeylerden kaçmak
istediğini gösteriyor.
Lev Nikolayeviç Tolstoy
yapıtlarıyla dünyanın en iyi yazarlarından biridir. Ancak beş
kez Nobel Edebiyat Ödülü’ne 3 kez de Nobel Barış Ödülü’ne
aday gösterilen edebiyatçının çalışmalarına, yaşadığı
dalgalanmalar yansımıştı.
Kırım Savaşı’nda gördüklerine
dayanan “Sivastopol” Serisi yanında “Savaş ve Barış”,
“Anne Karenina” ve “Hacı Murad” bilinen klasikleşmiş
yapıtlarıdır. 1870’lerde ise bir aydınlanma yaşadığını
söyleyen yazar Hıristiyanlık öğretilerinin yılmaz bir
savunucusu oldu. Bir süre sonra ise şiddetsiz direniş kavramı
üzerine eğildi ve çalışmaları Mahatma Gandi ile Martin Luther
King Jr.’ye esin kaynağı oldu. Ancak tüm bu fikri değişimleri
sırasında tabii ki Tolstoy’un ruh halinde de oynamalar oluyordu.
DEPRESYON VE KAÇIŞ
“Savaş ve Barış”ı yazdıktan
sonra yaşadığı ciddi bir bunalım sonrası girdiği depresyon onu
neredeyse mahvetti. Anna Karenina’yı bitirdikten sonra sırf
cinsellikten değil aynı zamanda edebi yaratıcılıktan ve maddi
mülkiyetten de vazgeçmek istediğini söyledi. Yaşlanmayla beraber
bu savrulmaların azalması beklenirken 82 yaşında hiç umulmayan
bir şey yaptı. Karısı Sophia’dan ayrılmaya değil kaçmaya
karar verdi. Aynı zamanda yıllardır yazdıklarının
düzeltmenliğini de yapan eşinden 13 çocuk sahibi olmuştu.
Bu kaçışa neden olarak Tolstoy,
“son günlerini yalnızlık ve sessizlik içinde geçirme arzusunu”
dile getiriyordu. Eşinin intihar girişimi ve yazdığı mektuplar
onu geri döndüremedi. Bindiği trenle yola çıktı. Kafkasya’ya,
Dukhobor dini topluluğuna ya da Bulgaristan’a gitme planları yaptı.
Bir rivayete göre de İstanbul’a gitmek istiyordu.
YOLDA HASTALANDI
Ona aile doktoru Makovitsky eşlik
ediyordu. Halkın içinde yer almak istiyordu ve o yüzden üçüncü
sınıf kompartmandan bilet almıştı. Tesadüf o ki kendisinden
esirgenen Nobel Ödülleri’nin kurucusu Alfred Nobel’in
kardeşlerinin yaptığı demiryolu hattı üzerinde seyahat
ediyordu. Ancak bir süre sonra soğuk ve kalabalık vagonda
hastalandı, şiddetli öksürük nöbetleri yola devam etmesine
engel oldu.
Astapovo istasyonu’nda trenden
inmek zorunda kaldı. İstasyon şefi Ivan Ivanovich Ozolin, hasta
yazarın bakım alabileceği daha rahat bir yer sağladı. Ancak bir
yandan da Tolstoy’un bulunduğu yer tüm ülkede duyulmaya
başlamıştı. Aile fertleri yanında basın, sivil polisler,
askeriye ve Ortodoks cemaati temsilcileri kasabaya doğru yola
çıkmıştı.
Gözü yaşlı Sofia onunla
görüşmek istese de Tolstoy inatlaştı ve kabul etmedi. Kaçışından
bir hafta kadar sonra yazar 20 Kasım 1910’da hayata gözlerini
yumdu. 1918’de Astapovo istasyonunun adı Lev Tolstoy olarak
değiştirildi. İstasyon binasının üzerindeki bir saat halen
yazarın öldüğü 6’yı 5 geçeyi göstermiş vaziyette durur.
SORU İŞARETLERİYLE KAYBOLDU
Yapıtlarında insanlığın
çeşitli sorunlarına değinen Tolstoy’un filozof ve eğitimci
yanları da vardı. Ancak kendinden kaçarken belki de kendini
bulmaya çalışırken soru işaretleri ile kayboldu. Tolstoy uzun
süredir yerleşik yaşamını bırakmak istiyordu. Son zamanlarında
kapıldığı dini düşünceler ona aristokrat bir yaşam tarzının
ayrıcalıklarından yararlanmanın yanlış olduğunu
düşündürüyordu.
Kariyerinin başlarında Tolstoy, aile yaşamının
erdemlerine ayrıntılı bir biçimde (Savaş ve Barış ve Anna
Karenina gibi) yer verirken zamanla bu fikirlerinden uzaklaşmaya
başladı. 1890’larda bir aristokratın Ortodoks keşiş olmasını
anlatan “Peder Sergius” adlı kısa öyküsü kendi
idealini anlatıyordu.
SAHTEKÂRLIK SENDROMU
Tolstoy’un kaçışında daha
önce işaretlerini verdiği depresyonun da etkisi var mıdır
bilinmez ama az görülen diğer bir sendromda kişinin çevresinden
kaçışı tamamen zihnin gerçekleri inkârı biçiminde olur.
Fransız psikiyatrist Joseph Capgras’ın tanımlamasını 20.
Yüzyılın başında yaptığı sendromda kişi bir arkadaşının,
eşinin, ebeveyninin, yakın aile üyesinin hatta evcil hayvanının
ona benzer bir sahtekârla değiştirildiğine inanır.
Ülkemizden
tıp literatürüne giren bir vakada 13 yaşındaki bir erkek çocukta
başlayan huzursuzluk ve korku zamanla yerini içe kapanmaya bırakmış
ve en sonunda da “Siz kimsiniz, benim gerçek annem babam nerede”
soruları başlamıştı.
Zihnin kendi karalarını vererek
bedeni de kendi isteği doğrultusunda bir yöne çekmesinin masum ya
da tedavi gerektiren pek çok nedeni vardır. Anlamlandırmanın çoğu
zaman güç olduğu bu kaçışlar bazen “Ferrarisini Satan Bilge”
gibi ütopik ve fantastik bir kişisel gelişim hikâyesi olarak
karşımıza çıkar ya da dünyanın en büyük edebiyatçılarından
birinin trajik son yolculuğu şeklinde.