Pazar Yazılarımızın duayen ismi, gazetemizin Fransa eski muhabiri, rahmetli Uğur Hüküm’ün bir yazısını hatırlarım; Paris’in yeraltındaki kanallarından söz etmişti. Paris’in altında üç dehliz var. Birisi metro, ötekisi 250 km’lik yeraltı mezarlığıdır ve bir de kentin kanalizasyonu. Paris’in lağımı Victor Hugo’nun Sefiller romanında uzun uzadıya anlatılır. Roman kahramanı Jean Valjean kanalizasyonda lağıma bata çıka kaçarak saklanır.
Makedonya’nın başkenti Üsküp’te toplumsal hafıza mekânları heykellerden söz ettiğimiz önceki yazının ardından yol uzadı, sınırın güneyindeki Arnavutluk’a uzandı.
Arnavutluk’u ikinci gezim sırasında başkent Tiran’ın altındaki iki büyük sığınağın Sefiller’in kahramanı J. Valjean’ı hatırlatması da kaçınılmazdı. Tiran’ın yeraltı şehirleri, Arnavutluk Batı turizmine açıldığından beri bilinmez şey değil; hemen her yerde okursunuz. Bu kez buralara dair toplumsal hafıza mekânı olarak söz etmeli.
Türkiye’nin 25’te biri kadar küçük yüzölçümüyle sadece 3 milyon nüfusuyla Arnavutluk’un Osmanlı-Türk dönemine ait tüm izleri çarşısında, pazarında görmeye şaşırmayınız asıl şaşılacak şey yakın tarihin yeraltı şehirleridir.
2. Dünya Savaşı’nda Nazi istilasına direnen Arnavut komünistlerinin önderi Enver Halil Hoca’nın Arnavutluk Emek Partisi 1944’te ülkeyi kontrol altına alıp dünyada ilk ateist-komünist devleti kurdukları zaman yeraltı şehirleri yoktu.
1992’deki rejim değişikliğinden evvel hayatını kaybetmiş Enver Hoca’nın, ülke bir gün işgal altında kalırsa hani “ne olur ne olmaz!” diye, tarım toplumundan çıkıp sanayileşememiş Arnavutluk’ta dünyanın parasını dökerek yaptırdığı savunma, korunma ve saklanma yerleri bugün birer müzeye çevrilmiştir.
Tiran’ın altını köstebek yuvası gibi delik deşik ederek toplam 25 km. uzunluğunda dehlizler, kat kat yeraltı tünelleri gibi klostrofobisi olanlara zinhar uygun olmayan iki farklı sığınak bulunur. Arnavutça “Bunkerët” denilen yeraltı şehirleri turizme açık müzelerdir; toplumsal hatırlamaya ve geçmişi unutturmamaya hizmet eder.
Kentin iki farklı noktasındaki kayalara oyulu nizamiye kapıları, şimdi müzeye giriş bileti kesiyor. Soğuk Savaş filmlerini anımsatan buz gibi çehresiyle dehlizlere buralardan girersiniz, uzayan koridorlarda asker-bürokratların bir savaş çıkarsa saklanacağı odaları, çalışacakları büroları, sosyal tesisin tesisleşememiş ucuz kopyası sayılabilecek restoran, kafe gibi yerleri, toplantı salonlarını, bir de Enver Hoca’nın karısı Necmiye Hanım’la saklanacakları sakil odaları görürsünüz. Lider yüzsün diye bahçe havuzu kadar bir şey de yapmışlar; suyu boşalmış, öylece duruyor. Asıl dehşet, yeraltındaki işkence odaları, zincir mesafesinde vahşi köpeklerle beraber kalınan kümesten küçük tabutluk hücrelerdir.
GERÇEĞİ UNUTTURMAK
Gezdiniz, gördünüz, içiniz daraldı, açık havaya kavuşmak üzere kendinizi dışarı attınız, güzel. Şimdi kentin ve ülkenin her yerini kaplayan savunma amaçlı beton ve çelikten yapılma askeri koruganları gezebilirsiniz. Ülkedeki 700 binden fazla korugan birer hayalet müzedir. Arnavutluk’un o paranoyalı yıllarına ait gerçekliği hatırlamak değil, aslında unutmak üzere birer toplumsal unutma mekânları gibi dizi dizi, ayağa takılacak çakıl taşları misali her yerdedir. Paranoid ve kapalı eski rejimin canlı tarihini yeraltında izlemişken, “Yapraklı Ev” adıyla bilinen Enver Hoca’nın iktidarında işkenceden geçip hayatını kaybetmiş 30 binden fazla insandan bazısının misafir edildiği sorgulama mekânına uğramalı. Burası şehrin merkezinde bir müzedir. “Gizli Gözetim Ofisi” adıyla derin devlete çalışan burası, Nazi işgalinde, Gestapo’nun işkence eviydi. Enver Hoca, gömleği tersyüz eder gibi eskiden yurtsever komünistlere işkence yapılan binayı bu defa muhaliflerine misafirhane yaptı. Müze 2020’de Avrupa Konseyi’nce Yılın Müzesi ilan edilmişti; görülesi yerdir.
Bütün bunlar paranoyik deliliğin son merhalesi ama olmaz şeyler de değil. Sinemada örnekleri var: Pembe Panter-Müfettiş Clouseau rolündeki Peter Sellers’in 1964 yapımı filmi Dr. Strangelove’de kendisini tehdit altında görüp dünyayı tehdit eden çılgın doktorun yeraltı sığınağını anımsıyoruz. Hatta 007 James Bond rolündeki Sean Connery’nin, Karayip Adaları’ndan birisinde nükleer savaş füzelerini saklayan Dr. No’yu nasıl yaka paça ettiğini de hatırlıyoruz. Sonrasında “Bond, James Bond” elinde yeşil zeytinli martini kadehiyle yatak odasında görünür; ama bu başka bir hikâyedir.
Teşbihte hata olmaz! Enver Hoca’nın yeşil zeytinli martini içip içmediği aklıma takıldı, müze görevlisine sordum, anlamadı, tuhaf baktı; sonra vazgeçtim.