Yakında kimin insan kimin makine olduğunu tartışır duruma gelebiliriz.
Dünyanın
en cesur insanları bir ödleğe nasıl dönüşür? “Dalaklarında, karaciğerlerinde
bir tıkanıklıkla gayet mümkündür.” Bu yanıtı veren kişi Fransız
aydınlanmasının ilk materyalist düşünürlerinden olan La Mettrie. 1747 yılında
kendisine kötü bir ün kazandıran Hollanda’yı terk edip Prusyalı Büyük
Frederick’in sarayına sığınmasına neden olan “Makine İnsan” kitabının
yazarı.
“Keyifli ya da cesurken iyi insanlar olduğumuzu düşünürüz, ki öyleyizdir
de zaten. Her şey makinemizin nasıl kurulduğuna bağlıdır. Amansız bir açlık
bizi ne büyük aşırılıklara sürükleyebilir!”
17.
yüzyılın bilimsel yaklaşımının bir sonucu olarak La Mettrie yukarıdaki
cümlelerinde yaptığı imadan da açıkça anlaşılacağı gibi zihinsel tüm sorunların
fiziğin bir sorunu olduğunu söylemektedir. Ona göre düşünmek duyu verilerinin
duyumsanmasından başka bir şey değildir.
La
Mettrie, tarihin başına o günlerde de bela olan “kartezyen dualite”yi
(zihin-beden düalizmi), düşünmeyi bedenin bir semptomu olarak görerek aştığını
düşünmüş ve dahası Descartes’ın “hayvan otomat teorisini” ölü bularak insanları
kapsayacak şekilde genişletmiştir.
“İnsan bedeni yaylarını kendi kendine kuran bir makinedir, sürekli
devinimin canlı imgesidir, organizmayı benzersiz bir makine kılan her bir lifin
muktedir olduğu doğal bir titreşimdir.”
La
Mettrie’ye göre elimize aldığımız kahve dolu fincanı kaldırıp ağzımıza götüren
düzen tamamen sinirlere aitken kahveyi doğrudan içmediği, tadına bakmadığı
halde “bu kahve olmamış” diyen bilinç bizim bugün önemsediğimiz kadar önemli
bir sorun değildir.
18.
yüzyılın bilimsel koşullarında böylesine iddialı ve kesin tespitlerde bulunmak
bugüne göre belki de daha kolaydı. Biz bugün “Bilinç nedir” sorusunu henüz
yanıtlayabilmiş değiliz veya belirlenmiş (determine) bir evrende yaşamın nasıl
mümkün olduğu da bir sorunsal olarak hâlâ karşımızda durmaktadır.
‘BEN
SÖYLEMİŞTİM!’
“Makine
İnsan” kitabında insana ilişkin yapılan tarifler insandan çok makineleri
betimlemektedir ancak 18. yüzyılın makinelerini değil günümüz makinelerini. La
Mettrie bugün yaşasa katı materyalist tavrını terk eder miydi bilmek pek mümkün
değil ama mekanik robotlara organik robotların eşlik ettiğini görebilmiş
olsaydı olasılıkla çok heyecanlanırdı ve belki de şöyle derdi: “İşte ben de
buna benzer bir şey söylemiştim!”
Prof.
İoanna Kuçuradi’nin şu cümleleri geliyor aklımıza: “İnsanların
robotlaştırıldığı, robotların da insanlaştırılmaya çalışıldığı bir zamanda
yaşıyoruz.”
Kuçuradi,
duygularından arındırılarak sırf rasyonel akla indirgenmiş “Aydınlanmacı” insan
tarifini eleştirirken bu tür bir insanın haklı olarak robotlaştırıldığını
belirtir. Robotların insanlaştırılması ise göz yerine kamera, kulak yerine
anten gibi araçlarla başlayıp bugün organik robotlara doğru ilerlemiştir.
Donna
Haraway’ın “Siborg Manifestosu”ndan sonra beklenen şey insanın makineleşerek
“insan sonrası” veya “post organik” diye betimlenen durumun gerçekleşmesiyken
gelişmeler insanın makineleşmesiyle birlikte makinenin de insanlaşmasına doğru
ilerlemektedir. (*)
İnsanın
organik bir beden taşıyıcısı olması onu artık makinelerden ayıran bir unsur
olmama olasılığı taşımaktadır. İnsanı artık sırf rasyonel akılla tarif etmek
gelişmiş makinelerin rasyonalite gücü dikkate alındığında hiçbir anlam
taşımamaktadır. İnsan denilen varlığın duygu taşıyıcısı olması da artık yeterli
değildir çünkü bu da robot teknolojilerinde olası duruma gelmiştir.
Durum
şunu gösteriyor, kimin insan kimin makine olduğunu tartışmak yakın gelecekte
etik bir sorun olarak kabul edilecektir.
KAYNAKÇA
*Siborg:
Biyolojik ve yapay unsurları aynı anda barındıran varlıklara verilen isim.
Yakında kimin insan kimin makine olduğunu tartışır duruma gelebiliriz.
Dünyanın
en cesur insanları bir ödleğe nasıl dönüşür? “Dalaklarında, karaciğerlerinde
bir tıkanıklıkla gayet mümkündür.” Bu yanıtı veren kişi Fransız
aydınlanmasının ilk materyalist düşünürlerinden olan La Mettrie. 1747 yılında
kendisine kötü bir ün kazandıran Hollanda’yı terk edip Prusyalı Büyük
Frederick’in sarayına sığınmasına neden olan “Makine İnsan” kitabının
yazarı.
“Keyifli ya da cesurken iyi insanlar olduğumuzu düşünürüz, ki öyleyizdir
de zaten. Her şey makinemizin nasıl kurulduğuna bağlıdır. Amansız bir açlık
bizi ne büyük aşırılıklara sürükleyebilir!”
17.
yüzyılın bilimsel yaklaşımının bir sonucu olarak La Mettrie yukarıdaki
cümlelerinde yaptığı imadan da açıkça anlaşılacağı gibi zihinsel tüm sorunların
fiziğin bir sorunu olduğunu söylemektedir. Ona göre düşünmek duyu verilerinin
duyumsanmasından başka bir şey değildir.
La
Mettrie, tarihin başına o günlerde de bela olan “kartezyen dualite”yi
(zihin-beden düalizmi), düşünmeyi bedenin bir semptomu olarak görerek aştığını
düşünmüş ve dahası Descartes’ın “hayvan otomat teorisini” ölü bularak insanları
kapsayacak şekilde genişletmiştir.
“İnsan bedeni yaylarını kendi kendine kuran bir makinedir, sürekli
devinimin canlı imgesidir, organizmayı benzersiz bir makine kılan her bir lifin
muktedir olduğu doğal bir titreşimdir.”
La
Mettrie’ye göre elimize aldığımız kahve dolu fincanı kaldırıp ağzımıza götüren
düzen tamamen sinirlere aitken kahveyi doğrudan içmediği, tadına bakmadığı
halde “bu kahve olmamış” diyen bilinç bizim bugün önemsediğimiz kadar önemli
bir sorun değildir.
18.
yüzyılın bilimsel koşullarında böylesine iddialı ve kesin tespitlerde bulunmak
bugüne göre belki de daha kolaydı. Biz bugün “Bilinç nedir” sorusunu henüz
yanıtlayabilmiş değiliz veya belirlenmiş (determine) bir evrende yaşamın nasıl
mümkün olduğu da bir sorunsal olarak hâlâ karşımızda durmaktadır.
‘BEN
SÖYLEMİŞTİM!’
“Makine
İnsan” kitabında insana ilişkin yapılan tarifler insandan çok makineleri
betimlemektedir ancak 18. yüzyılın makinelerini değil günümüz makinelerini. La
Mettrie bugün yaşasa katı materyalist tavrını terk eder miydi bilmek pek mümkün
değil ama mekanik robotlara organik robotların eşlik ettiğini görebilmiş
olsaydı olasılıkla çok heyecanlanırdı ve belki de şöyle derdi: “İşte ben de
buna benzer bir şey söylemiştim!”
Prof.
İoanna Kuçuradi’nin şu cümleleri geliyor aklımıza: “İnsanların
robotlaştırıldığı, robotların da insanlaştırılmaya çalışıldığı bir zamanda
yaşıyoruz.”
Kuçuradi,
duygularından arındırılarak sırf rasyonel akla indirgenmiş “Aydınlanmacı” insan
tarifini eleştirirken bu tür bir insanın haklı olarak robotlaştırıldığını
belirtir. Robotların insanlaştırılması ise göz yerine kamera, kulak yerine
anten gibi araçlarla başlayıp bugün organik robotlara doğru ilerlemiştir.
Donna
Haraway’ın “Siborg Manifestosu”ndan sonra beklenen şey insanın makineleşerek
“insan sonrası” veya “post organik” diye betimlenen durumun gerçekleşmesiyken
gelişmeler insanın makineleşmesiyle birlikte makinenin de insanlaşmasına doğru
ilerlemektedir. (*)
İnsanın
organik bir beden taşıyıcısı olması onu artık makinelerden ayıran bir unsur
olmama olasılığı taşımaktadır. İnsanı artık sırf rasyonel akılla tarif etmek
gelişmiş makinelerin rasyonalite gücü dikkate alındığında hiçbir anlam
taşımamaktadır. İnsan denilen varlığın duygu taşıyıcısı olması da artık yeterli
değildir çünkü bu da robot teknolojilerinde olası duruma gelmiştir.
Durum
şunu gösteriyor, kimin insan kimin makine olduğunu tartışmak yakın gelecekte
etik bir sorun olarak kabul edilecektir.
KAYNAKÇA
*Siborg:
Biyolojik ve yapay unsurları aynı anda barındıran varlıklara verilen isim.